KÜRESEL SALGIN VE KÜRESELLEŞME
Son
beş aydır tüm dünyanın tek gündem maddesi haline gelen yeni tip
korona virüsün (Kovid 19) küresel etkilerinin, ekonomik, siyasi, askeri,
toplumsal, eğitim ve psikolojik düzeyde ciddi değişimlere yol açtığı
görülmektedir.
Bu
küresel salgının yarattığı değişimlerin küresel dinamikler üzerindeki
etkilerinin kalıcı olup olamayacağını kuşkusuz önümüzdeki günler belirleyecektir.
Ancak
salgının özellikle sağlık sektörü tedarik zincirini ve ekonomik sistemi
etkilemesi ve üretim-ticaret faaliyetlerinin yavaşlamasının bir sonucu olarak
dünya ekonomisinin büyük bir çöküşe geçmesi virüsle mücadelede zorlanan küresel
kapitalizmin geleceği ile ilgili tartışmaları gündeme taşıdı.
1980’lerle
birlikte fetişleştirilen küresel kapitalizmin Washington Uzlaşması’nın her on
yılda bir yaşadığı krizlerden ötürü özellikle de mortgage krizi Amerikan
tarzı kapitalizmin sahip olduğu desteğin büyük bir kısmını yitirmesine ve
küreselleşmeye yönelik eleştirilerin yoğunlaşmasına neden oldu.
Öyle
ki kapitalizmin sıklıkla yaşamakta olduğu kriz halleri sistemin
savunucuları tarafından bile ret edilemeyecek bir gerçeklik olarak
görülmeye başlandı.
Bu
eleştiriler çoğunlukta ekonomik düzlemde olurken küresel salgının
küreselleşmeyi adeta karantinaya alması ve küreselleşmeye yönelik gidişatın
sorgulanmasında başka bir boyutu da beraberinde getirdi.
Çünkü
2008 yılındaki küresel finans krizinde olduğu gibi bugün yaşanmakta olan
küresel salgından küreselleşmeye en açık ülkeler büyük darbe aldı.
Nitekim
ilk vakaların merkez konumundaki ülkelerde görülmesi ve yine en yüksek
vaka sayısının uluslararası sistemin güçlü aktörleri arasında yer alan
ülkelerde yaşanması bu görüşü destekler niteliktedir.
Bu
bağlamda salgınla birlikte ana akım ekonomik sistem de önemli değişimler
görülmeye başlandı.
Bu
değişimler;
1-Küresel
refahı sürdürmek tekrar önemli hale geldi.
Küresel
salgınla birlikte refahın tekrar gündeme gelmesi devletin küresel sistem
içerisindeki konumunu daha belirgin hale getirdi.
Temel
siyasi ve ekonomik birimin devlet olduğu inancını yeniden güçlendirdi.
Dolayısıyla
minimal devlet modelinin yani devletin toplumu ilgilendiren birçok alana
kısıtlı müdahalesini savunan sistemin sorgulanması daha belirgin bir hal
aldı.
Öyle
ki salgınla birlikte pek çok ülkede vatandaşa yönelik destekler (yoksullara
nakdi yardımdan) ve işletmelere yönelik destekler (milyar dolarlık mali
yardım paketlerine) söz konusu oldu.
Nitekim
ABD 2 trilyon dolar, Japonya 2.2 trilyon dolar, Almanya 825 milyar dolar,
İngiltere 430 milyar dolar, Fransa 120 milyar dolar, Türkiye 100 milyon TL
teşvik paketi açıkladı.
Bu
açıklanan teşvik paketleri ve yapılan bazı kamu düzenlemeleri küresel
ekonominin yeniden şekillenmesine yol açtı.
Küresel
kapitalizmde sosyal hak ve kazanımların sınırlandırılması devletin
yükümlülüklerinin azaltılmasının bir yolu olarak görülürken salgın, sosyal
devlet taleplerinin artmasına ve dünya sisteminin de bu yöne evrilmesi
eğilimini güçlendirdi.
Ayrıca
üretimde tedarik zincirinde görülen aksamalar devletin tüm tedarik ağını
kontrol altına alarak reel ekonomide tedarik zincirini çok daha fazla
desteklemek zorunda kalması ve güçlü devlet eğilimleri yeni ekonomik
dengelerin oluşacağı, bir ortam ortaya çıkardı.
Ancak
bu ortam küresel kapitalizmin ruhuyla sentezlenen bir durum olarak
yorumlanabilir.
2-Günümüz
kapitalizminin ve yeniden yapılanma rotasının nasıl karakterize edileceği
sorusunu gündeme taşıdı.
Özellikle
salgının makro ekonomik parametrelerde yarattığı negatif seyrin neden olduğu
ekonomik gerileme, ülkelerin salgınla mücadelede izlediği yöntem ve bunların
etkililiğinin salgın sonrasında küresel siyasetin seyrini belirlemede önemli
hale geldiği söylenebilir.
Kuşkusuz
bu noktada ABD büyük önem taşımaktadır.
Her
ne kadar 2008 mortgage krizinde bir aşınma yaşasa da kapitalizmin kalesi
konumundaki ABD’nin bu salgınla mücadelesinde, hegemon güç imajına zarar veren
bir yönelime girmesi ve mücadelede kısa vadede başarılı olmaması;
küreselleşme ve yenidünya düzeni tezlerinin zayıflamasına yol açtı.
Kuşkusuz
bu durumun bir güç boşluğu oluşturmasına neden olacağı göz önüne alındığında
güç geçişlerinin olabileceği ve çok unsurlu güçlerin yer alacağı bir dünya ile
karşı karşıya kalabileceğimiz söylenebilir.
Ancak
bu duruma teknoloji düzleminden bakıldığında farklı bir fotoğraf ile karşılaşılabilir.
Çünkü
salgınla birlikte fiziksel mekanın getirdiği kısıtların aşıldığı, uzaktan
erişim modelleri ile çalışma sisteminin şekillendiği bir düzende teknolojinin
öneminin daha da artması ve yeni teknolojilerin gelişmesi ülkeler
arasındaki teknoloji savaşlarını hızlandırarak teknolojideki lider
konumundaki ülkeleri dünya ekonomi yönetimindeki merkezi konumunu
sürdürmesine yol açacaktır.
Benzeri
olarak küreselleşmenin temel bir itici faktörü olan teknolojideki gelişmeler (
sağlık, eğitim, ulaşım ve haberleşme vb alanındaki) düşünülenin aksine
küreselleşmeyi daha da etkin hale dönüştürebilecek ve dünyayı
bütünleştirmeye devam edecektir.
Bu
bağlamda teknoloji temelli olarak Neo-liberalizmin ve Neo-kapitalizmin
daha da etkin olabileceği bir sömürü düzeni, merkez ve çevre ülkelerinin
ayrışmasını daha fazla kristalize edebilir.
Öte
yandan küresel kapitalizmde güç değerlendirmesi askeri ve ekonomik
düzlemde yapılırken salgın sonrasında sağlık alanını da kapsayan bir yapıya
bürünmesi kapitalizmin karakterindeki önemli bir değişim olarak göze
çarpmaktadır.
3-
Salgın küresel olmakla birlikte ülkelerin salgınla mücadele de ulusal
seviyede önlem almaları ve korumacı politikaları artırmaları küreselleşmede
kırılganlığı artırdı.
Aslında
finansal krizden beri görülen sınırların öneminin artması ve korumacı -
milliyetçi politikaların yükselişinin küresel salgın ile daha da artacağı
dillendirildi.
Kuşkusuz
kapitalist ülkelerin özellikle teknoloji ve sağlık gibi stratejik
sektörleri korumaya alacağı ihtimali göz ardı edilemez.
Ancak
salgın kısa vadede içe dönme ve dünyadan izole olma gibi bir durum ortaya
çıkarsa dahi bu durum küreselleşme sürecini durduracak kadar etkili
olamayacaktır.
Çünkü
küreselleşmenin ülkeleri organik bir bütün haline getirmesinden dolayı kendi
kendine yeterlilik birçok ülkenin başarabileceği bir durum olmaktan çıktı.
Bu
bağlamda kapsamlı bir içe dönüşün çok ciddi sorunlar doğurabileceği
söylenebilir.
Şirketlerin
ara mal ve nihai ürünlerin tedarikinde yaşadıkları problemler nedeniyle
küresel bir arz şokuyla karşılaşma olasılığı, yükselen isçilik
maliyetlerinin yol açacağı fiyat artışları ve bağımlı oldukları dış
pazarların kaybedilmesinin neden olacağı ekonomik sorunlar, ortaya
çıkabilecek olumsuz etkilerden sadece bir kaçını oluşturmaktadır.
4-
Küresel Sistemin Önemli Dinamiği Olan Uluslararası Kurumların Zayıflığı Yine
Tartışmaya Açıldı:
Salgın
sonrasında uluslararası kurumların kapasite ve krizle baş etme konusunda
zayıflıkları nedeniyle küresel sistemin darbe aldığı bu nedenle yeniden
yapılandırılmaları söz konusu olabilir görüşü de yaygınlık gösterdi.
Nitekim
salgınla mücadelede öncü olması gereken DSÖ gibi uluslararası kuruluşların
başarısız olmaları bu görüşü destekledi.
Ancak
salgının tüm dünyayı etkisi altına almaya başlaması ile DSÖ bu krizi
yönetmekteki başarısızlığı ve ülkelerin ulusal politikalarla krizi
yenemeyeceklerini anlamaları salgınla mücadelede kesin çözüm olan aşı üretimini
küresel işbirliğiyle sağlanabileceğinin görülmesi uluslararası işbirliği
arayışları da gündeme getirmeye başladı.
Dolayısıyla
küresel bir kurum olan DSÖ’ nün başarısızlığı küreselleşmeyi destekleyen
işbirliğinin artmasına yol açtı değerlendirmesi yapılabilir.
Öte
yandan IMF de küresel salgının yönetimine ilişkin eleştiri ve güven
kaybına maruz kaldı.
Aslında
IMF’ye yönelik eleştiriler çok daha önceleri IMF’nin programını uygulayan Latin
Amerika ve Doğu Asya gibi ülkelerde görülen ekonomik krizlerin ve siyasi
çalkantıların meydana gelmesi üzerine ortaya çıkmıştı.
Özellikle
de 2008 küresel krizi sonrasında bu görüş çok fazlaca yandaş bulmuş ve
IMF’ye karşı itirazlar zirve noktaya ulaşmıştı.
Fakat
küresel sistemdeki krizin sorumlularından birisinin IMF olduğu düşünülürken,
kriz sonrasında 24-25 Eylül 2009 da Pittsburgh’da yapılan G20 Zirvesi’nde
kurumun reforme edilmesi konusunda adımlar atılarak küresel sistemi
krizden çıkarma ve sonrasında yapılacaklar ile ilgili görev yine
IMF’ye verilmişti.
Bu
bağlamda geçmişteki deneyimler de göstermektedir ki küresel salgının neden
olduğu değişimler küreselleşmeyi tamamen ortadan kaldırmayacak aksine
güçlenmesine yol açabilecektir.
Çünkü
küresel salgının açığa çıkardığı en önemli olgulardan bir tanesi küresel
işbirliği ve dayanışmanın bu krizi aşmak için kritik bir rol oynamasıdır.
Diğer
bir ifade ile küresel krizi yerel düzlemde çözümlerle aşmak yeterli
olmamaktadır.
Nitekim
ülkelerin birbirlerine yaptıkları yardımlar da bunu göstermektedir.
Bu
bağlamda küresel salgın küreselleşme yandaşlarının başat söylemi olan küresel
entegrasyon ve işbirliğini daha da güçlendirecek ve yeni bir siyasi fikir
ortaya çıkmadıkça her on yılda bir ekonomik kriz yaşayan küresel kapitalizm, bu
krizlerden nasıl ki hegemonyasını sürdürme gücü bularak çıktıysa bu kez de
salgının yol açtığı krizden güçlenerek çıkacaktır.
Sonuç
itibariyle ekonomik krizlerle şekillenen küreselleşmenin, küresel salgına
küresel yanıtlar verme zorunluluğu da bu görüşü desteklemektedir.
Elbette
ki 80’lerin başından beri yükselen bir değer olan liberal politikalarda ve
küresel kapitalizmde uzun süredir bir zemin kayması ve küreselleşmenin
temel bileşenlerinde bir kırılma söz konusu.
Üstelik
salgın mevcut dünya sisteminin açıklarını yeniden hatırlattı.
Ancak
bu sistemin bittiğini söylemek alternatif yeni politikalar üretilmediği
sürece miyop bir bakışı yansıtmaktadır.
Nitekim
siyaset bilimci Nancy Fraser’in “Eski Öldü Ama Yeni Henüz Doğmadı” isimli
çalışmasında da kastettiği tam da budur.
Yani
eski bitti demek pek kolay görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder