HANDY MODELLEMESİ
Günümüzde emperyalist-kapitalist sisteme yönelik
köklü eleştiri antikapitalist sol-sosyalist kesimlerden ziyade sistemin kendi
içinden, bazı bilim adamlarından, aydınlardan ve ekolojik-çevreci kesimlerden
geliyor.
“Human and Nature Dynamics” (HANDY)
Modellemesi: Küreselleşmenin Ekonomik ve Toplumsal İflası
Bir önceki yazımda, 1968’ de dünya
elitlerinin kurduğu Roma Kulübü’nün Büyümenin Sınırları-World3 Raporu’nu ele
almıştım.
Bilim insanlarının 1972’de yayınladıkları
bu raporda, kapitalizmin iktisadi-toplumsal sisteminin son derece dengesiz
olduğunu ve ekonomik büyümesini sürdürmesinin imkansızlığına dikkat
çekiliyordu.
Bu yazımda, yine bilim insanlarının yakın
zamanda, 2014 yılında “National Aeronautics and Space Administration” (NASA) nın
finanse ettiği “İnsan ve Doğa Dinamikleri: HANDY” modellemesinin
üzerinden kapitalist sistemin çıkmazına ilişkin elde ettikleri bulguları ele
alacağım.
Bilim insanları HANDY modellemesi ile
ekosistemi bozan, aşırı kaynak tüketen ve eşitsiz bir toplum yapısına sahip
olan bu sistemin sürdürülemezliğine, doğal sınırlarına dayandığına bir
kez daha dikkat çektiler.
HANDY Modellemesi: İnsan ve Doğa
Dinamikleri
Medeniyetlerin Çöküşü
Karmaşık toplumlar konusundaki
çalışmalarıyla tanınan Cornell Üniversitesi’ nden antropolog Profesör Adam T.
Smith, insanların son beş bin yılda, oluşturdukları ekonomik ve toplumsal
sistemler sayesinde dünyanın birçok köşesinde parlak uygarlıklar yarattıklarını
söylüyor.
Avrupa ve Akdeniz havzasında: M.Ö 1600 lü
yıllarda Minos ve Miken medeniyetleri çok ileri bir medeniyet seviyesine
ulaştıktan sonra çöktüler.
Sonrasında, büyük medeniyet yaratan Klasik
Greko-Romen ve ardından Roma İmparatorluğu da çöktü.
Roma imparatorluğunun dramatik çöküşü
sonrasında, geride kalan toplumsal yapı yüzyıllar süren nüfus düşüklüğü,
ekonomik gerileme ve okuryazarlığın azalması ile ortadan kalktı.
Mezopotamya-Anadolu ve Eski Mısır
havzasında:Tarımın ve kentsel yaşamın beşiği olan Mezopotamya’da Sümerler,
Akadlar, Asurlular, Babilliler, Ahamenişler bir dizi yükselişle parlak
uygarlıklar yarattılar.
Daha sonra da çöküp yok oldular.
Yine Anadolu’da M.Ö. 2500 lü yıllarda
büyük bir uygarlık yaratan Hattiler ve Hititler, modern arkeoloji onları
keşfedene kadar tarihin gölgesinde kaldılar.
Eski Mısır uygarlığı da M.Ö. 5000 yıllarda
oluşturmaya başladıkları büyük uygarlık da diğerleri gibi uzun süre varlığını
sürdürdükten sonra çöktü, gitti.
Asya’da: Güneydoğu Asya’ da, Hindistan’ da
MS 200 lü yıllarda yükselen Mauryan ve Gupta uygarlıkları, Angkor merkezli Kmer İmparatorluğu birden fazla çöküş ve yenilenme sonrasında tamamen kayboldu.
Çin’de M.Ö. 1100’lü yıllardan
itibaren ortaya çıkan Zhou, Han, Tang ve Song İmparatorluk’ ları, büyük
sosyoekonomik ilerleme sonrasında yaşadıkları çöküş, sonrasında yeniden
yükseliş ve çöküş döngüleri ile yitip gittiler.
Amerika kıtasında: Gelişmiş doğasından ve
derin çöküşü nedeniyle iyi bilinen Maya medeniyeti, M.Ö. 600’ lü yıllarda büyük
bir uygarlık yarattıktan yaklaşık 800 yıl sonra nüfusunun %90 ile 99’ nu, Uzun
Sayım takvimlerini ve diğer karmaşık politik ve kültürel kurumlarını kaybederek
silinip gittiler. Meksika’daki, bir dizi güçlü uygarlıklar olan ve dünyanın en
büyük şehri Monte Alban, 7. yüzyılda altıncı büyük şehir Teotihuacan, en
ileri refah düzeyine ulaştıktan sonra birkaç kuşak içinde nüfuslarının
yaklaşık%75-80’nini kaybederek dramatik bir çöküş yaşadı.
Bunların yanı sıra Cahokia gibi
Mississippian kültürleri, Pueblo ve Hohokam gibi Kuzey Amerika Kıtasının Güney
Batı kültürleri, Tiwanaku gibi Andean uygarlıkları, Paskalya adasında yazılı
kayıt veya arkeolojik kanıtlar bırakan bir diğer ileri uygarlık, Büyük Zimbabwe
gibi Sahra altı uygarlıklar ve Pasifik Adaları’ndakilerde yükseliş ve ardından
gelen çöküşle tarih sahnesinden silindiler.
Bu uygarlıkların çöküş nedenlerine ilişkin
birçok teori geliştirildi.
Prof. Adam T. Smith ise kabile göçlerini,
yabancı istilalarını, madenlerin işlenmesi gibi teknolojik değişiklikleri,
savaş yöntemlerinde veya silahlarında, ticaret modellerindeki değişiklikleri,
belirli maden kaynaklarının tükenmesini, kültürel gerileme ve sosyal çöküşü,
halk ayaklanmalarını, iç savaşları neden olarak gösteren açıklamaların genel
ortak bir neden değil de, her bir çöküşe özgün izahlar olarak görüyor.
Bu tür açıklamaların geçerli olduğu
özel durumlarda bile, toplumsal sistemin bu tür olgularla daha önce de
karşılaşmış olduğunu ve bu konularda yeterince deneyim sahibi olduklarını
söylüyor.
Dolayısıyla bu toplumların; dış askeri
baskı, yabancı istilası, doğal afetler gibi durumları daha önce de
yaşadıklarından, bunların çöküşünün yeterli bir açıklama olmadığını belirtiyor.
Her bir uygarlığın çöküşünde, bir
dizi özel ve belirli tetikleyicilerin olabileceğini, ancak genel bir nedene
bağlamadan bu tür yaklaşımların çöküşü açıklayamayacağına dikkat çekiyor.
Prof. Adam T. Smith insanlık tarihinin
belirli bir zaman dilimine veya belirli bir kültüre, teknolojiye veya doğal
afete özgü olmayan ortak bir mekanizmanın varlığına işaret ederek çöken
uygarlıkların iki ortak özelliği olduğunu söylüyor:
- Bunlardan
birisinin toplumların içinde yaşadıkları ekosistemi tahrip etmeleri ve
bunun sonunda ortaya çıkan ekolojik sorunlar olduğunu
-
- Diğerinin
de demografik büyüme ve toplumun seçkinler (zenginler) ve halk (yoksullar)
olarak bölünmesi ve toplumsal eşitsizliklere bağlı kutuplaşma olduğunu
söylüyor.
Adam T. Smith HANDY olarak adlandırdığı
matematiksel modeli bu iki temel nedene dayandırdı. Uygarlıkların çöküşünü ve
bundan kaçınmayı da gözetecek “düşünce deneyleri” çalışmasına bu iki
veriyi de ekledi. .
Çökmüş pek çok toplumda görülen bu iki
önemli özelliği, İnsan ve Doğa Dinamikleri ile eşzamanlı olarak
modelledi.
Böylelikle daha önce yapılan
modellemelerin ötesine geçerek HANDY modellemesini diğer çalışmalardan farklı
bir boyuta taşıdı.
HANDY Modellemesi
Profesör Adam T. Smith, matematikçi Alfred
Lotka ve Vito Volterra’nın 1920’lerde geliştirdikleri rakip türler arasındaki
mücadelenin popülasyon üzerindeki etkisinden yola çıktı.
Bunun için oluşturulmuş olan yırtıcı
– av modelini esas aldı. Yırtıcı -av modeline göre, örneğin bir bölgede çok
sayıda tavşan ve az sayıda kurt varsa, avcının ve avın doğum ve ölüm
oranlarına, avlanma oranı bağlı olarak kurtların yiyeceği tavşanların bolluğu
kurtların nüfusunu artırırken, tavşanlarınkini azaltır.
Süreç, çok sayıda kurt ve az sayıda
tavşan olacak şekilde sonlanır.
Bu durum, kaçınılmaz olarak kurtların
çoğunun açlıktan ölmesine yol açar.
Kurt sayısının ölümlerle azalması, tavşan
nüfusunun da giderek artmasını getirir.
Çok tavşan az kurt döngüsü bir süre sonra
tekrar çok kurt, az tavşan döngüsü şeklinde kendisini tekrar eder, gider…
Profesör Adam T. Smith bu
modellemede “avcı” yerine insanı, “av” yerine de insanlar
tarafından tüketilen doğayı yani çevreyi ve çevrenin doğal kaynaklarını koydu.
Hayvanlarda nüfus belli bir sayıya
ulaştığında açlık ya da göç nedeniyle hayvan nüfusunda gerileme ortaya
çıkarken, insanlarda nüfusun hemen düşmemesini, insan toplumunun
hayvanlardan farklı olarak yarattığı zenginlikleri biriktirmesine bağlıyor.
İnsan popülasyonunun üretim olmasa bile,
önceki dönemlerde biriktirdiği zenginlikleri kullanarak bir süre daha tüketim
ihtiyacını karşılayabilmesine bağlıyor.
Bu nedenle hayvan modellemesinde olmayan,
insanın biriktirdiği artık unsurunu ve servetini de sürecin bir belirleyeni
olarak çalışmasına ekliyor.
Ancak bu birikmiş servetin elitlerin
kontrolünde olmasını ve toplumda eşit olarak dağıtılmamasını göz ardı etmiyor.
Dolayısıyla
toplumu “elitler” ve “halklar” olarak ikiye ayırıyor. Bunu
da birikmiş zenginlik yanı sıra bir değişken olarak tanımlıyor.
Elitlerin ve halkın üretimiyle artan,
tüketimiyle de azalan birikmiş servet için bir matematiksel denklem
oluşturuyor.
Elitlerin aldıkları ve çalışanlara
verdikleri ücret, her iki kesimin tüketimleri ve biriken artık ürün yani
servet, ileride toplumsal üretimin düştüğü zaman diliminde toplam tüketimi
karşılayamayacak derecede küçüldüğünde, ödemelerin azaldığını, daha sonrasında
da durduğunu modelliyor.
Bunun sonucunu da kıtlık ve ölüm
olarak tanımlıyor.
Doğal kaynakları da fosil yakıtlar, maden
yatakları gibi yenilenemeyen stoklar, ormanlar, topraklar, hayvan
sürüleri, yabani balık stokları, av hayvanları, akiferler
gibi canlandırıcı stoklar ve rüzgar, güneş radyasyonu, yağış,
nehirler gibi yenilenebilir akışlar olarak üç biçimde formüle ediyor.
Böylelikle doğal kaynakların toplumsal çöküşte
veya uygarlığın sürdürülebilirliğindeki rolünü tanımlayan birleşik bir formül
oluşturuyor.
HANDY modellemesini dört denklem üzerine
oturtuyor.
Bunların ikisi sınıflı toplumdaki elitler
ve halk, diğeri doğal kaynaklar veya doğa, sonuncusu da birikmiş servetten
oluşuyor.
Geliştirdiği bu dört denklemli set
sayesinde insan ve doğa etkileşiminin temel özelliklerini yakalayarak
potansiyel çöküş veya denge durumlarına ilişkin senaryolar geliştiriyor.
Senaryolar
Profesör Adam T. Smith çalışmasını üç
farklı toplumsal yapıya göre düzenliyor:
A. Eşitlikçi toplumsal yapı:
Elitlerin de çalıştığı ve toplumsal üretimin (zenginliğin) eşit olarak
paylaşıldığı (elitlerin olmadığı) eşitlikçi bir toplum.
B. Adil
toplumsal yapı: Çalışmayan elit bir kastın olduğu, toplumsal üretimin
(zenginliğin) her iki kesim arasında adil olarak paylaştırıldığı toplum.
C. Eşitsiz toplumsal yapı:
Çalışmayan elit bir kastın toplumsal üretime (zenginliğe) el koyarak
zenginleştiği, eşitsiz toplum.
Araştırmacılar, her üç toplumsal
yapıya yönelik simülasyonlar için her birinin kaynak tüketim oranlarını
değiştirerek en sürdürülebilir olandan en kötüye kadar dört senaryo
oluştururlar:
Senaryo 1.Nüfus ve çevre arasında dengeyi
gözeten (yavaşlatılmış) nüfus yaklaşımı
Senaryo 2.Bir denge durumuna ulaşma
öncesinde kararsızlık gösteren yaklaşım
Senaryo 3. İniş ve çıkış döngüleri içeren
yaklaşım
Senaryo 4. Güçlü bir büyümenin ardından
geri dönüşü olmayan çöküş yaklaşımı.
Birinci senaryoya göre: “Eşitlikçi
toplumsal yapıda”: doğal kaynaklar üzerindeki “avlanma” diğer
parametrelerden bağımsız olarak başlı başına çöküşe yol açıyor.
Bunun üzerine eşitsizlik parametreleri de
eklendiğinde, eşitlikçi yani nüfusun küçük bir kısmının çalışmadığı ve çalışan
bir çoğunlukla refahın adil bir şekilde paylaşıldığı “Adil toplumsal
yapıda”: eğer tüketim düzeyi düşük ve ekonomik büyüme çok yavaş ise bir denge
senaryosuna ulaşılabiliniyor.
Tüketim ve büyüme hızlandığında toplum
kolaylıkla bozulma, düşüş veya çöküş döngülerini kapsayan üçüncü senaryoya
geçiyor.
Elitlerin zenginliği ellerinde
tuttukları “Eşitsiz toplumsal yapıda”: tüketim oranı ne olursa olsun
çöküşün önlenemiyor.
Toplumsal tüketim düşürülse bile elit
tabaka halkın elindekini alarak zenginleşmeye devam ediyor.
Sefalet ve açlık içinde düşen halk çalışma
gücünü kaybediyor, kendi varlığını sürdüremiyor ve çöküyor.
Dolayısıyla kaynakların tükenmesi değil,
halkın bizzat kendi varlığını sürdürememesi, kendisini tükenmesi de eşitsiz
toplumsal yapıyı çökertiyor.
Toplum doğadan daha hızlı bir şekilde yok
oluyor.
Araştırmacılar Maya uygarlığının, Maya
toplumunun çökmesinin ardından doğanın kendisini toparlamasının bu şekilde
olduğunu söylüyorlar.
Yaptıkları modelleme, bir toplumsal yapı
sürdürülebilir olsa bile, küçük bir elitin aşırı tüketiminin sistemi kaçınılmaz
bir şekilde çöküşü sürüklediğini gösteriyor.
Ekosistemi bozan aşırı kaynak tüketen
eşitsiz bir toplumsal yapı da aynı sonucu üretiyor.
Ancak bu kez çöküş dinamiği ters işliyor.
Yani, bu kez doğa insandan daha hızlı
tükeniyor.
Bu durumda çöküş hiçbir şekilde
durdurulamıyor.
Araştırmacılar, önce çevrenin o günden
bugüne kadar devam eden tükenmiş haline, ardından da toplumsal yapının
kaçınılmaz çöküşüne örnek olarak Mezopotamya ve Paskalya Adası gösteriyorlar.
Bilim insanları 6 yıl önce yaptıkları
HANDY çalışması ile kapitalist küreselleşmenin:
- Doğal
kaynakların yenilenemeyen ve canlandırıcı stoklarını hızla tükettiğini,
ekolojik dengeyi bozduğunu ve iklim değişimine yol açtığını
-
- İnşa
ettiği borca dayalı kitlesel tüketim toplumuyla halkın daha da yoksullaştırıldığını,
toplumsal zenginliğin %99’ nun %1’lik elitin sahibi haline getirdiğini ve
toplumsal eşitsizlikleri en uç noktaya taşıdığını ortaya koydular.
Bütün bu yaptıklarıyla, daha önceki
uygarlıkların uğradığı toplumsal çöküşle, içinde yaşadığımız düzenin de karşı
karşıya olduğunu bilgisayar simülasyonları ile ortaya koydular.
Bundan kaçınmanın tek yolunun toplumsal
ekonomik eşitsizlikleri azaltmaktan, demografik yapıyı bir düzeyin altında
tutmaktan ve ekosistemle uyumlu bir üretim tüketim anlayışından geçtiğini
gösterdiler.
Her defasında içine düştüğü ekonomik
krizden çıkma başarısını gösteren kapitalist sistem daha önceleri olduğu gibi
bu krizinde geçici olduğunu ve bunun arkasından normale dönüleceğini
söylüyor.
Elitlerin oluşturduğu Dünya Ekonomik Forumu’nun
(WEF) direktörü Klaus Schwab’ın toplumsal eşitsizliğin tarihsel rekorunu,
toplumsal varlıkların %99’nuna sahip %1’lik elit gerçekliğini ve ekosistemde
geri dönüş sınırının aşıldığı bu dönemde, yazdığı Büyük Sıfırlama “Great
Reset” ile kapitalizmin sınırına dayandığını itiraf etti.
Başta sol-sosyalist iktisatçılar ve
siyaset bilimciler, sol-sosyalist siyasi yapılar ise kapitalizmin içine düştüğü
krizin, kendi fıtratı olduğunu söylemeye devam ediyorlar.
Günümüzde yaşadığı derin krizi de 1929
kapitalizmin büyük bunalımına benzetiyorlar.
Kısaca, kapitalizmin geçmişte yaşadığı
krizlere bakarak, günümüzü açıklamaya çalışıyorlar.
Bu yaklaşımları ile tekelci kapitalizmin
günümüzde karşı karşıya kaldığı krizi “sıradanlaştırıp
normalleştiriyorlar.”
Böylelikle de krizin geçici olduğu,
normale dönüleceği algısına “destek” oluyorlar.
Kapitalizmin çok uluslu tekeller
aşamasında; yarattığı aşırı toplumsal eşitsizlikler ve tahrip ettiği ekosistem,
yarattığı iklim değişikliği ile kendi doğal gelişim sınırına ulaştığını
düşünmüyorlar.
Bilimle barışık olmayan ve geleceği
dogmatik ideolojik bir bakışla ele alan tüm bu tür yaklaşımlar, hem kendilerini
hem de toplumu yanıltıyorlar.
Günümüzde emperyalist-kapitalist sisteme
yönelik köklü eleştiri antikapitalist sol-sosyalist kesimlerden ziyade sistemin
kendi içinden, bazı bilim adamlarından, aydınlardan ve ekolojik-çevreci
kesimlerden geliyor.
Bilimsel verilerden yola çıkan bilim
insanları, bize kapitalist sistemin sürekli yaşadığı krizlerin daha ötesinde
bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyorlar.
Uyarılarında da son derece haklılar.
Roma Kulübü Raporu sonrasında daha da
gelişen ekoloji bilinci, kapitalist büyümenin yarattığı toplumsal ve ekolojik
sorunların farkında olan dar bir kesim ise, yaklaşık 40 yıl süren
küreselleşmede nasıl çıkılacağına, çöküşün nasıl önleneceğine kafa yoruyor.
İçinde yaşadığımız konjonktür birçok
gelişmeye, iyiye güzele ve yeni bir uygarlığa olduğu kadar, çirkinliklere,
kötülüklere ve felaketlere de gebe.
Doğacak olanın ne olacağını belirlemek
bizlerin elinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder