ROMA KULÜBÜ RAPORU
“Fiziksel olarak sonlu bir gezegende
sonsuz ekonomik büyümeye inanan kişi ya delidir ya da bir
ekonomist”. Kenneth Boulding
Kapitalist sistemin iktisadi, sosyal ve
ekolojik bütün verilerine sahip olan ve bunları düzenli olarak izleyen çok
uluslu tekeller, bunların emrindeki politikacılar ve siyaset yapıcılarının
oluşturduğu dünya egemenleri bilim insanlarına, kapitalist sistemin geleceğine
ilişkin çeşitli çalışmalar ısmarlıyorlar.
Sistemin sorunlarına ilişkin yaptırdıkları
matematiksel modeller ve bilgisayar simülasyonları ile zamana bağlı olarak
karşılaşacağı sorunlara ilişkin hazırlanan raporların bazılarını toplum
kesimleriyle de paylaşılıyorlar.
Bir önceki “Küreselleşmenin Ekonomik ve
Toplumsal İflası” yazımda bahsettiğim egemenlerin yaptırdıkları iki çalışmaya
atıfta bulunmuştum.
Her ikisi de:
- 1968’de
yaptırılan World3 – Büyümenin Sınırları (Roma Kulübü Raporu),
-
- 2014’de
Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi “NASA”nın finanse ettiği İnsan ve Doğa
Dinamikleri (Human and Nature Dynamics-HANDY),
kapitalizmin doğrusal gelişiminde kendi
doğal sınırlarına dayandığını bilimsel veriler ışığında dile getiriyordu.
Bu yazımda Roma Kulübü Raporu: Büyümenin
Sınırları-World3’ ü ele alacağım. Daha sonra da İnsan ve Doğa Dinamikleri-HANDY
çalışmasını tanıtacağım.
Roma Kulübü Raporu: Büyümenin
Sınırları-World3
“Yerkürenin ve insanlığın geleceği üzerine
öngörülerde” bulunmak amacıyla 1968 yılında kurulan ve günümüzde de
uluslar arası politikada aktif olan Roma Kulübü, ABD’deki Massachusetts
Teknoloji Enstitüsü’ nde çalışan araştırmacılara, bundan 50 yıl önce, gelecek
ile ilgili bir rapor ısmarladı.
Donella H. Meadows, Dennis L. Meadows,
Jorgen Randers ve Williams W. Behrens, 4 yılda tamamladıkları çalışmalarını
1972’de “Büyümenin Sınırları” adıyla yayınlandılar.
Kapitalizm, 1960’lı yıllarda geliştirdiği
yeni teknoloji ve ürün çeşitliliği ile üretim tüketim döngüsünün hızlandırıldığı
altın çağındaydı.
Dünyanın birçok yerinde emperyalizme karşı
ulusal kurtuluş savaşı veren ülkelerin yarattığı sıkıntılara rağmen, kapitalist
üretim tüketim döngüsü giderek büyüyordu.
Doğal kaynaklarının kullanımı, çevre
kirliliği ve gelecek kuşakların haklarına ilişkin bazı kaygıların da başladığı
yıllardı.
Kapitalizmin geleceğe ilişkin pembe
hayalleri pompaladığı bu dönemde “Büyümenin Sınırları” soğuk duş
etkisi yarattı.
Batı dünyasını sarstı.
Rapor pembe hayallerin tam tersine,
çarpıcı gerçekleri gözler önüne seriyordu.
Bilim insanları, son derece basit bir
soruya cevap üreteceklerdi: “Önümüzdeki yüzyıl içinde ekonomimizi nasıl
bir gelecek bekliyor?”
Bu soruya yanıt üretmek için altı
temel değişken belirlediler.
Bunlar; nüfus artışı, sanayi, hizmet
ve gıda üretimi, çevre kirletme düzeyi, yenilenmeyen kaynak stokuydu.
Bu altı ana değişkeni birbirleriyle
ilişkilendirerek sordukları soruya aldıkları yanıtlar matematik modellere
dayanıyordu.
Yaptıkları uzun vadeli hesaplar sonunda
ulaştıkları sonuç çarpıcıydı.
Bu sonuçlar aşağıdaki Grafik’ te
gösterildi:
Grafikte 1900 – 2100 arasında altı temel
değişkenin verileri yer alıyor.
Gri alan içindeki veriler çalışma öncesini
dönemi kapsıyor.
1968’den 2100 yılına göre yapılan
modellemede belirlenen bu altı değişkenin, bu süre içinde olası durumunu
gösteriyor.
Grafikte görülen düz çizgi reel verileri,
noktalama ile gösterilen çizgiler ise öngörülen değerleri gösteriyor.
Buna göre 2010 yılına gelindiğinde
kaynakların tüketimi, hizmet ve gıda üretimi, ön görülenden daha fazla
gerçekleşmiştir.
Buna karşın çevre kirliliği, endüstriyel
üretim ve nüfus artışı ön görülenin altında gerçekleşmiştir.
Grafikte de görüldüğü gibi: 2015 ve
2025 arasında ekonomi ve tarımsal üretimin ikinci dünya savaşı sonrası büyüme
hızından daha güçlü bir şekilde düşeceği ve 21 yüzyılın sonuna gelindiğinde de
çökeceği,
-
- 2030
yılından itibaren de dünya nüfusunun azalmaya başlayacağı ve daha sonra
kontrolsüz bir şekilde yarı yarıya azalarak 21 yüzyılın sonunda yaklaşık 4
milyara düşeceği öngörülüyor.
Altı temel değişken arasındaki karşılıklı
etkileşim ve bunların birbiri üzerinde yarattığı çarpan etkisi dikkate
alındığında, bir değişkende sorunun çözülmesinin başka bir yerde açığın
büyümesine neden oluyordu.
Örneğin, tek başına nüfus planlaması
yapmak veya sanayi üretimini sınırlamak, sonucu pek değiştirmiyordu.
Oluşturdukları model var olan
iktisadi-toplumsal sistemin son derece dengesiz olduğunu gösteriyordu.
Ancak bütün değişkenleri aynı anda ve bir
an önce etkileyecek önlemler alındığında sistemde nispi bir istikrar ve bir
denge de sağlanabilirdi.
Çalışmayı yürüten bilim insanları
bilgisayar simülasyonuna dayanarak ulaştıkları sonucu şöyle özetliyorlardı:
· “Dünya
nüfusunda, sanayileşmede, çevre kirlenmesinde, gıda üretiminde ve doğal
kaynakların tükenmesinde bugünkü büyüme eğilimi süregelecek olursa,
gezegenimizde ekonomik büyüme gelecek yüzyıl içinde sınırına dayanacaktır.
· Olasılığı
en fazla sonuç, gerek nüfusta, gerekse üretim kapasitesinde oldukça ani ve
kontrol altına alınmayan bir düşüşün ortaya çıkmasıdır.
· Bu
büyüme eğilimini değiştirme ve gelecekte uzun süre devam edebilecek ekolojik ve
ekonomik bir denge kurma olanağı vardır.
· · Dünya
çapında bir denge, dünya yüzeyindeki her bireyin temel maddi gereksinimlerine
doyumunu sağlayacak ve her bireyin beşeri potansiyelinin geliştirilmesi için
eşit fırsata sahip olmasına olanak verecek biçimde tasarlanabilir
· · İnsanlar,
birinci sonuç yerine ikinci sonucu elde etmek için çaba harcamaya karar
vermeleri halinde, ne kadar çabuk harekete geçerlerse, başarı olasılıkları o
ölçüde artacaktır.”
Rapor yayınlandıktan sonra sitemin savunucusu
ekonomistlerin sert eleştirileri ortalığı kapladı.
Öngörülerin isabetsiz olduğunu söylediler.
Ancak raporda dile
getirilen “kaynaklar tükenecek” öngörüsünün; yeni petrol yataklarının
bulunması, teknolojinin gelişmesiyle daha derinden ve deniz tabanından petrol
çıkarılması, doğal gazın enerji üretiminde kullanımı gibi nedenlerle enerji
kıtlığının ön görülen sürede gerçekleşmemesi, raporun üstünü örtse de önemini
azaltmadı.
Üstelik raporun yayınlandığı 1972 yılında
petrol krizi henüz çıkmamıştı.
Kapitalizmin ekonomik büyüme dönemi olarak
adlandırılan “altın 30 yılı” henüz sona ermemişti.
Küresel ısınmaya yol açan sera etkisi
sonucu iklim değişikliği başlamamıştı.
Kısaca, raporu hazırlayan bilim insanları
temel öngörülerinde haklı çıktılar.
İlk rapor sonrası çalışmalar
Raporu hazırlayan ekip:
- 1992’de
Rio’da toplanan Dünya Çevre Zirvesi vesilesiyle raporun güncellenmiş
halini “Sınırların Ötesinde” başlığıyla sundu. 20 yıl önce
belirledikleri sınırlar çoktan aşılmıştı.
2004’de, çok daha karamsar sonuçlara ulaştıkları
çalışmalarını “Büyümenin Sınırları: 30 Yıl Sonra” başlığıyla
yayınladılar.
Son 50 yılda dünya sanayi üretimi, bir önceki 25 yıla
göre iki misli hızla, yılda ortalama yüzde 2,9 büyümüştü.
Yerkürenin bu üretimin doğal kaynaklar üzerinde
yarattığı baskıyı kaldırması mümkün görünmüyordu.
Önümüzdeki dönemde büyümenin maliyetinin de artan bir
hızda büyüyeceği kesindi.
Bulgular geri dönüşü mümkün olmayan bir kritik eşiğin
aşılmasına 10 yıl bile kalmadığına işaret ediyordu.
Çalışmanın başında bulunan emekli bir
profesör olan Meadows, sistemin eski büyüme hızına bir daha hiçbir şekilde
ulaşamayacağını, maliyetinin aşırı yüksek olacağını ve enerji tüketimi
düzeyinin de azalacağını öngörüyordu.
Gelişmiş ülkelerin ulaştıkları hayat
düzeyini koruyamayacaklarını, sıfıra yakın büyüme oranıyla bağımlı ülkelerin
borçlarını ödeyemeyeceklerini, refah paylaşımının başlı başına sorun olacağını,
iktidarların bu doğrultuda alacakları kararların toplumca kabul görmeyeceğini
belirtiyordu.
Raporun yayınlanmasından 20. yılında, 1992
yılında, Kaygılı Bilim İnsanları Birliği eski başkanı – Henry W.
Kendall “Dünya Bilim İnsanlarının İnsanlığa Uyarısı” nı yazdı.
1,700 bilim insanının imzaladığı bildiri,
Büyümenin Sınırları Raporu’nun öngörüleri doğrultusundaydı.
“İnsanoğlu ve doğal dünya çökme
eşiğinde” cümlesi ile başlıyordu.
2014’de Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi
“NASA”nın finanse ettiği matematikçi, sosyolog ve ekolog ekibinin yürüttüğü
HANDY Büyümenin Sınırları Raporu’ndan sonra yayınlanan diğer bir önemli çalışma
yapıldı.
Bu çalışma da, önceki çalışma gibi
kapitalist uygarlığın sonunu işaret ediyordu.
Kapitalist sistemin, ikinci dünya savaşı
sonrası yapılandırılan sermaye birikim modelinin karşı karşıya kaldığı
türden “kapitalizmin olağan krizlerinin” ötesinde bir tablo ile karşı
karşıyayız.
Küreselleşmenin 2007 krizi bir finans
krizi olarak sunuldu.
Evet bir finans kriziydi.
Ama öncekilerden farklıydı.
Küreselleşmenin inşa ettiği borca dayalı
tüketim toplumuna dayalı üretim tüketim döngüsünün kendi doğal sınırına
dayanmasıydı.
Borçla tüketici konumuna getirilen
milyarlarca insanın giderek yoksullaşması, bankalardan aldıkları borçları
ödeyememeleri ve tüketim toplumundan dışlanmalarıydı.
Dijital teknolojinin, yapay zeka ile
üretim teknolojisinin, hızla artan insan nüfusunu üretim sürecinde giderek
dışlayan yüksek üretim kapasitesinin ve üretim için gerekli olan doğal
kaynakların da giderek daha kıt hale gelmesiydi.
Bilim insanlarının daha 1968’de
kapitalizmin altın çağında dile getirdikleri, kapitalist sistemin
iktisadi-toplumsal dengesizliği, kırılganlığı ve sürdürülemezliği bugün bütün
boyutlarıyla ortaya çıkmış durumda.
Toplumsal zenginliğin %99’ nu %1’ lik
elitin elinde birikmesi, toplumsal eşitsizliklerin en uç noktaya ulaşması,
ekosistemin dengesinin bozulması, iklim değişikliği, doğal kaynak kıtlığı,
kapitalizmin nihai sınırına ulaştığını gösteriyor.
Kapitalizmin yaşadığı sorun, bilinen
sermaye birikim modeli ve kitlesel üretim tüketim döngüsü zemininde
ilerleyemeyeceğidir.